23.1.06

davetsiz

Geldi. Kapıyı çaldı. Kimseyi görmek istemediğimi söyledim içimden. Duymadığı için ısrarla kapıyı çalmaya devam etti. Bilgisayar ekranının karşısında hiçbir şey yapmadan bekledim. Ekrandaki metni kaçıncı kez okuduğumu bilmiyordum. Başa dönüp tekrar okumaya başladım. Kapının çalışıyla metnin akış hızı arasındaki inanılmaz uyum, yerimden kalkıp kapıyı açmama engel oluyordu. Kapının önünde bekleyenle ilgili hiçbir şey düşünemiyordum. Uzun süredir kimseyle görüşmediğim için garip bir korku kaplamaya başlamıştı içimi. Dışarıdakileri tehlikeli buluyordum. Günlerdir evden çıkamadığım için dışarıdan biriyle paylaşabileceğim hiçbir şey yoktu. Üstelik olan bitenle ilgili en ufak bir merak duymuyordum. Kendime çok alışmıştım. Her gün aynı şeyleri yapmaya, öğleye doğru uyanıp geceden açık unuttuğum lambayı söndürmeye, terliklerimi giyip banyoya giderken beni izleyen aynaya elimde olmadan bir bakış atmaya, çok kötü, çok çirkin göründüğümü düşünüp daha yüzümü bile yıkamadan duşa girmeye, suyun altında kendimi güzel ve dinç hissetmeye, duştan sonra fındıklı kahve karışımını daha sonra defalarca dolup boşalacak kahve fincanına hızla döküp her defasında içmeye uzun süre ara verdiğimden soğuyup tadı kaçtığı için yarı dolu fincanları mutfaktaki lavaboya dökmeye, bir şeylerle meşgulken ağzımda taşımayı beceremediğim, dumanı gözlerime girdiği için sinirlerimi bozan sigarayı içmekten vazgeçip kahveyle boyanan lavaboda söndürmeye, izmariti atacak yer bulamayınca apartman boşluğuna açılan pencereden aşağı atmaya, aşağıda yarattığım manzarayı görmek için pencereden aşağı bakmaya, izmaritleri saymaya çalışırken karşı pencerede beni izleyen kadını görmemle pencereyi hışımla kapatmaya, bu kadının başkalarını izlemekten başka işi yok mu diye ve birazdan, aç karnına içtiğim sigara ve kahvenin iştah kapatıcı etkisi azalmaya başlayınca ne yiyeceğim diye düşünmeye, dolaptaki birkaç domates, birkaç biber, biraz beyaz peynir, biraz zeytin ve biraz da çikolatayla farklı bir şey yapılamayacağı için bir önceki günün kahvaltısını tekrarlamaya, yemek yerken odanın boş bir otoparka bakan penceresinden dışarıyı izlemeye, kaç gündür kimse aramıyor diye düşünmeye, ağlamaklı olup yemeği bırakmaya, sonra ruh halime uygun bir şarkı seçip tekrar tekrar dinlemeye, yan dairede oturan yaşlı kadın ve yaşlı kızının ne düşündüğünü bilmenin verdiği zevkle hoparlörlerin sesini açmaya, bilgisayar ekranının çok tozlandığını düşünüp hiçbir şey yapmamaya fena halde alışmıştım. Metnin sonuna doğru yaklaşırken kapıdaki elin yorulduğunu ve birazdan vazgeçip geri gideceğini düşündüm. Ama vazgeçecek gibi değildi. Birazdan, metni kaldığı yerde bırakıp kapıya doğru yürüdüm. Kim o demeden kapıyı açıp kapıdakini sevindirmek ve şaşırtmak istiyordum. Sürpriz yapmaya çalışan bir insanın beceriksizliğiyle kapıyı açtım. Yüzümde salakça bir gülümseme vardı ve buna engel olamıyordum. Nedense, kapının önünde kimsenin olmamasına pek şaşırmadım. Beni sıkıntıya sokan bir düşüncenin birden kaybolması gibiydi. Kapıdaki gitmişti. Üstümden büyük bir yük inmişti.

Comments:
ben gecenin bu saatinde bi solukta böle uzun yazılar okuyamazdım..ama bu bi yazı değil, bu bi ayna olmalı..
 
Yorum Gönder



<< Home