6.1.06

hastalık




“Bir şeyin gerçekten varolduğunu kim
aklında hiçbir şüphe uyanmadan savunabilir?..”









Bir hastalığa yakalanmıştım. Evin hiç girmediğim, kapısı hep kapalı duran bir odası vardı. Kapıyı açtım. Üzerime doğru gelen, beni içine almaya çalışan şeye direniyordum. Bir şeyleri değiştirmeye gücüm yoktu. Ya da artık değişmesin istiyordum. Günün belli belirsiz anlarında herkesten habersiz aynı şeylere bakıp başka şeyler gören biri gibi şaşkın oluyor, ama bunu kimseye beli etmemeye çalışıyordum. İyi bir işim vardı. Gün boyu beni kendimden uzaklaştırma potansiyelini çoğunlukla koruyordu. Ofiste benimle aynı odada oturanın benimkine benzeyen bir hayatı yoktu. Onu net görüyordum ve hiç kafamı karıştırmıyordu. Evinin bütün kapıları açıktı ve hepsi tek bir yere açılıyordu. Şimdi burada her kapının arkasında başka bir kapı var.

Her şeyin iç içe geçtiği ve hiçbir şeyin başının ve sonunun belli olmadığı bir hastalıktı bu ve sürüyordu. Uzun sürmez demişti doktor. Doktorlara inanmaktan vazgeçeli çok olmuştu. Onların aslında hiçbir şeyi iyi bilmediğine inanıyordum. Bana bakışlarındaki “senin gibi neler gördüm ben hepiniz aynısınız” imasının altında yatan çaresizliklerini ve boşluklarını görmüştüm bir kere. Hiçbirimiz aynı değildik.

Karşı apartmanda perdeleri çıkarılmış bir odaya bakıyorum. Perdeler yeni yıkanmış ve arka balkonda kuruyor olmalı. Televizyon açık, görüntü titrek. Odanın içinde tek başına oturanın yalnızlığı üzerime bulaşıyor.

Herkesten bir şeyler bulaşıyor ve hep kime ait olduğunu bilmediğim garip duygularla yaşıyorum. Beyaz çerçeveli pencereleri olan mavi bir bina var, binanın göğe en yakın ucunda bir karga oturuyor. Bu hastalığa ne zaman yakalandığımı bilmiyorum. Hatırlamaya çalıştıkça hep daha geriye gitmem gerekiyor; sanki hep benimleydi. Bazen elimde bir tabancayla görüyorum kendimi, tabanca kafamın içine doğru ateş alıyor. O an yaşadığım duygu işte hepsi buydu oluyor. Hayali ve saçma sapan bir ölüm kurgusu.

Televizyonlu odanın çaprazındaki balkonda haftalardır bekleyen çamaşırlar var. Kim yıkadıysa unutmuş onları kaldırmayı. Kahverengi kareli bir elbise, lacivert bir pantolon ve renkli çoraplar. Çamaşırların yalnızlığından kaçıyorum.

Mutfaktan gelen sesleri sevmiyorum. Beni huzursuz ediyor. İçeride kimin olduğu önemli değil; birbirine çarpan tabakların, tencerelerin ve bardakların çıkardığı soğuk sesler.. Mutfaktakinin yalnızlığını içimde taşıyorum.

Bir gün her şeyin biteceğini bilsem de sonsuz bir korkuyla ve zayıflıkla yaşıyorum hiçbir şey aslında hiç bitmeyecekmiş gibi! Üstelik tam olarak kim için bu korku onu da hiç bilmiyorum.

Avluları hep sevmişimdir. Binaların arasında kalan geniş ve düz boşluklar. Eski evlerimizin bir avlusu yoktu, şimdikinin de öyle.





<< Home