31.7.06
kaderci kedi
ufacık bir kedi gördüm. annesi terk etmişti. öleceği zaman terk edermiş anneleri, öyle söyledi biri. süt verdim içmedi. ölme ölme dedim, banane bırak beni ben ölücem dedi. kaderci kedi sürekli saklanacak bir yer aradı. gözlerden uzakta rahat rahat ölmek istediğini anladığımda onu rahatsız ettiğimi fark ettim. şimdi ölüyor.
28.7.06
take me anywhere
fenerbahçe vapurunda çektim bunu. beşiktaş'tan kadıköy'e kalkan son vapur genelde bu vapur olur. diğer vapurlara benzemez. az insan çok huzur prensibini benimsemiştir. her şeyi diğerlerinden farklıdır. sevilir, özlenir.
27.7.06
black box recorder
birçok şeyden kolaylıkla vazgeçebilirim. çok mu acımasızım. bazen de tam tersi vazgeçmek istemem. çabuk mu alışıyorum. herkes birkaç şansı hakeder, yoksa sadece bir şans mıydı. unutuyor muyum. çabuk unutmaya başladım. hayret verici şey hafızamın tökezlemeye başlaması. bundan yararlanmak isteyenler çıkabilir. çok mu şüpheciyim. nasıl başlarsa öyle mi gider, yoksa beş dakkada değişir mi bütün işler. kötü şeyler seziyorum. kötü şeyler sezmek istemiyorum.
"kurtar beni uzun sürmuş bu sözden."
evet, bir kez daha.
"kurtar beni uzun sürmuş bu sözden."
evet, bir kez daha.
18.7.06
e.
14.7.06
kimseye etmem şikayet
gözden uzakta biriken kir. koltuk arkasında mesela. kontrol edilmeyi sevmem ama sık sık kontrol edebilirim. en çok da kendimi. tek çabam kontrolsüz güce ermektir. nasıl oldu da bu hale geldim dediğimde elektrik süpürgesinin sesiyle irkildim. biriken kir yokolmuştu. koltuğu tekrar yerine ittim. kendimi temizlemeye henüz başlayamadım. şimdilik boşlukları doldurmakla meşgulüm. bir eminem şarkısında geçtiği gibi purple pills kıvamında değilim, hayır. (hills miydi yoksa?) daha çok ne oldu ben kaçırmışım şeklinde dolaşıyorum. hala hiçbir şey komik gelmiyor ve hala ağzımı bıçak açmıyor. birçok şeyi kaçırmış olmaktan çok, artık hiçbir şeyi yakalamak istemeyişime üzülüyorum. üzülüyor muyum? terliyorum. kimseye etmem şikayet dinliyorum. ofisteyim. içerki odadan başka bir şarkı sesi yükseliyor. telefon çaldı. sosyalleşme egzersizleri. haftada üç gün birileriyle görüşülecek, eve gelince telefonda konuşulacak. hayat çok eskiden olduğu gibi bir şeyler için heyecanlanmakla ve bir şeyler hakkında konuşmakla farketmeden geçip gidecek. pastaneye mi gidelim, yemek mi yiyelim. sadece yürüsek mi. havanın kapalı olması lazım yürümek için. insanlar evlerine kapanmış olmalı. ne çok ev var ve ne çok insan. yaşlı ve şüpheci insanlar var bir de. ben de onlardan biriyim. yine de hala dondurma, kestane şekeri ve meyve yemeye bayılıyorum. yokluğunda yaşayamayacağım şeylerden biridir meyve evet. meyve bir midir birden fazla mı? ben mesela sürekli kendimi saymakla uğraşıyorum. sağ baştan say bir ki üç. sola dön. ileri marş. ölmedin delirmedin demişti perec. delirdim ama ölmedim. gözlerden uzakta büyüdüm ve delirdim. doktor o kadar tatlıydı ki ona söz verdim. sürekli gülümsüyordu mesela, alaycı bir gülümseme. alaycı ve sevimli. nasıl aynı anda ikisi gibi olabiliyor. ben de öyle baktım ona. beni sevdiğini hissettim, bu yüzden ben de sevdim onu. yoksa önce ben mi sevmiştim. bunun cevabını veremedim. sonra işte diğer koltuğu çektim ve yine aynı şaşkınlık. ne çok koltuk var ve ne çok kir. ne çok ben var ve ne çok siz.
13.7.06
dreams of flying
yokterapi
"scissor paper rock again. scissor paper rock again. "
Kimseyle görüşmeyip evde tek başıma geçirdiğim iki günden sonra doktorla randevuma birkaç saat kala evden çıktım. Sanki evden ne kadar erken çıksam o kadar iyiydi. Bir aksilik çıkmasından, randevuya geç kalmaktan, doktorun beni bir daha görmek istememesinden korkuyordum. Görüşmenin gerçekleşemeyeceği yönündeki kurgularım bir süre sonra beni fazlasıyla endişelendirmeye başlamıştı. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Doktorun karşısına bu halde çıkarsam iki kelimeyi yan yana getirip doğru dürüst konuşamayacağımdan emindim. Görüşmeye gitmeden kliniğe yakın bir yerde oturup bir kahve içmek iyi gelebilirdi. Evet, kesinlikle kliniğe yakın bir yerde içmeliydim kahvemi, yoksa görüşmeye geç kalırdım. Belki de çok fazla şey bekliyordum bu doktordan ve bunun için bu kadar yoruyordum kendimi. Bunu düşünmek biraz sakinleştirmişti beni. Acele etmeden caddeye kadar yürüyüp bir taksi çevirdim. Gitmek istediğim yeri şoföre söylerken bir saatte orda olur muyum diye sormadan da edemedim. Bir saati bulmaz diye karşılık verdi şoför, yüz ifadesini hiç değiştirmeyerek. Rahatlamış gibi yaparak arkama yaslandım. Trafikte biraz oyalanmamıza rağmen bir saatten önce ordaydık. Taksiden inip kliniğin kapısının önünde biraz bekledim. Randevu için henüz erkendi. Girip içeride beklemekten sıkılacağımı çok iyi bildiğim için cadde üzerinde, kliniğe yakın bir yer bulup bir kahve içtim. Bitiremeyeceğimi bilerek bir tane daha istedim. Kahve fincanının yanına yine iki tane kurabiye konulmuştu. Kurabiyeler çok lezzetliydi. Görüşmeden sonra buraya tekrar uğramam gerektiğini düşündüm. Hesabı ödedim. Garsona da biraz bahşiş bıraktım. Yaptığım her hareketi bir daha hiç unutmayacakmışçasına yapıyordum sanki. Her şey önceden planlandığı gibi işliyordu. Kendimi tuhaf bir şekilde, bütün bu işleri yapmak için kurulmuş bir robot gibi hissediyordum. Büyük bir görev üstlenmiştim. Belki de dünyayı kurtaracaktım! Bu yüzden bütün ayrıntılar çok önemliydi. Taksi şoförünün yüzündeki ifadeyi, kahve tabağının kenarındaki iki kurabiyeyi, garsonun hesabı hangi eliyle getirdiğini, yolda gelirken taksiyle kaç kere sağa döndüğümüzü, evden çıktığımda saatin kaç olduğunu, kliniğin kapısının önünde ne kadar beklediğimi, sanki o günle ilgili hiçbir ayrıntıyı bir daha asla unutmayacaktım. Sanki bu ayrıntıların hiçbirini unutmamak üzere kurulmuştum.
Kimseyle görüşmeyip evde tek başıma geçirdiğim iki günden sonra doktorla randevuma birkaç saat kala evden çıktım. Sanki evden ne kadar erken çıksam o kadar iyiydi. Bir aksilik çıkmasından, randevuya geç kalmaktan, doktorun beni bir daha görmek istememesinden korkuyordum. Görüşmenin gerçekleşemeyeceği yönündeki kurgularım bir süre sonra beni fazlasıyla endişelendirmeye başlamıştı. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Doktorun karşısına bu halde çıkarsam iki kelimeyi yan yana getirip doğru dürüst konuşamayacağımdan emindim. Görüşmeye gitmeden kliniğe yakın bir yerde oturup bir kahve içmek iyi gelebilirdi. Evet, kesinlikle kliniğe yakın bir yerde içmeliydim kahvemi, yoksa görüşmeye geç kalırdım. Belki de çok fazla şey bekliyordum bu doktordan ve bunun için bu kadar yoruyordum kendimi. Bunu düşünmek biraz sakinleştirmişti beni. Acele etmeden caddeye kadar yürüyüp bir taksi çevirdim. Gitmek istediğim yeri şoföre söylerken bir saatte orda olur muyum diye sormadan da edemedim. Bir saati bulmaz diye karşılık verdi şoför, yüz ifadesini hiç değiştirmeyerek. Rahatlamış gibi yaparak arkama yaslandım. Trafikte biraz oyalanmamıza rağmen bir saatten önce ordaydık. Taksiden inip kliniğin kapısının önünde biraz bekledim. Randevu için henüz erkendi. Girip içeride beklemekten sıkılacağımı çok iyi bildiğim için cadde üzerinde, kliniğe yakın bir yer bulup bir kahve içtim. Bitiremeyeceğimi bilerek bir tane daha istedim. Kahve fincanının yanına yine iki tane kurabiye konulmuştu. Kurabiyeler çok lezzetliydi. Görüşmeden sonra buraya tekrar uğramam gerektiğini düşündüm. Hesabı ödedim. Garsona da biraz bahşiş bıraktım. Yaptığım her hareketi bir daha hiç unutmayacakmışçasına yapıyordum sanki. Her şey önceden planlandığı gibi işliyordu. Kendimi tuhaf bir şekilde, bütün bu işleri yapmak için kurulmuş bir robot gibi hissediyordum. Büyük bir görev üstlenmiştim. Belki de dünyayı kurtaracaktım! Bu yüzden bütün ayrıntılar çok önemliydi. Taksi şoförünün yüzündeki ifadeyi, kahve tabağının kenarındaki iki kurabiyeyi, garsonun hesabı hangi eliyle getirdiğini, yolda gelirken taksiyle kaç kere sağa döndüğümüzü, evden çıktığımda saatin kaç olduğunu, kliniğin kapısının önünde ne kadar beklediğimi, sanki o günle ilgili hiçbir ayrıntıyı bir daha asla unutmayacaktım. Sanki bu ayrıntıların hiçbirini unutmamak üzere kurulmuştum.
5.7.06
for a while
1.7.06
sen de yokluyorsun biliyorum
ara sıra kalbinin olduğunu söyledikleri yeri
atıyor mu diye her şey yalan mı diye
e.
ara sıra kalbinin olduğunu söyledikleri yeri
atıyor mu diye her şey yalan mı diye
e.