28.2.06

bulletproof

babamın sesini duydum, iyi geldi.

sonra kötü.

sonra iyi.

sonra kötü.

sonra..

gidiyorum bu.

23.2.06

yeni ne var?

ofiste bazen gerçekten hiçbir şey olmuyor. bilgisayar ekranı, klimanın sesi, biraz çay, biraz kahve, çokça müzik, rutin işleriyle uğraşan insanlar, web sitelerinde başkalarının hayatları. herkesin varmaya çalıştığı ortak bir yer var. bu ortaklık bazen çok can sıkıcı oluyor. yeni bir şeyler görmek, yeni bir şeyler okumak, yeni bir şeyler dinlemek, yeni insanlar tanımak. yeni yeni yeni. daha yeni, en yeni. bilinmeyen, en bilinmeyen, hiç bilinmemiş olan. her şey tam anlamıyla eskimeden yok oluyor. hafızanın korkunç savaşı. bütün bu kirlilikten arınmak için de yine hiç kimsenin bilmediği bir yere gitmek gerekiyor ki kimseyle karşılaşılmasın.

yeninin yerine tanıdık olanı istiyorum bugünlerde. fazlasıyla yorgunum.


madrugada / hold on to you
.akşam oldu.

so be it

i can't understand this at all
i can't pronounce this at all
these are different matters
these are uncertain feelings
they should never be discussed here
so keep it to yourself

22.2.06

you and whose army

aptal bir televizyon kanalı gibisin. bol reklamlı ve bol ratingli. elinde bir cipsle her gün aynı saatlerde seni izleyen seyircilerin var. hepsiyle ayrı ayrı ilgileniyor, özel günlerinde onlar için özel sürprizler hazırlıyorsun. ya da aptal bir banka gibi. bonusları hiç bitmeyen kredi kartları dağıtıyorsun müşterilerine. onlara açık açık siz aptalsınız ve ben de bundan yararlanıyorum desen de seni hala bırakmıyorlar. mutual bir ilişkiniz var aslında, dengeler daha çok senin yönünde olsa da.

17.2.06

let down















kabuğuma çekilmek istiyorum. herkesle aynı anda.

16.2.06

moda'nın kedileri













moda / '99

15.2.06

it's only the end of the world

"Mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu. Büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; direşken ve sabırlı, incecik, zorlu mutsuzluk, tavandaki çatlakları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklarını, dizilmiş oyun kağıtlarını ele geçirip sahanlıktaki musluktan damlayan suyun içine girdi. "

g.p.

14.2.06

yağmur

Gülümsedi, konuştu, bağırdı, ağladı, sustu: Çiseledi, yağdı, bastırdı, boşaldı, dindi.

Sustu. Ne konuştuğunu bilmeden konuşuyordu. Bunu fark etmiş gibi birden kesti sesini. Kapıyı açtı: Herkes gitmişti. Pencereye koştu: Kimse gelmemişti.

13.2.06


11.2.06

everything in its right place

sabahları ağzında limon tadıyla uyanan adam bu sabah gözlerini açar açmaz çoraplarını düşündü, sadece çoraplarını. kalkıp onları bulmalıyım, bir an önce giymeliyim çok geç olmadan. akşamdan izlediği filme yeni sahneler eklemişti rüyasında. hem de ne sahneler. belki de bu sabah, rüyaların verdiği bu ilhamla nefis bir film senaryosuna başlayacaktı.. hayır, film yazmak onun işi değildi; elindeki tabancayla şakağını kaşıyan kısa saçlı kadın yazabilirdi ancak filmleri. hem de çok iyi yazardı. ama artık yazmayacağını söylemişti. durup durup herkesin şu soruyu sorduğunu duyuyordu sıklıkla bu kadın: "peki sonra?.."

ama sonrası artık umrunda değildi adamın. sabahları uyanır uyanmaz çoraplarını giymek, kahve suyu koyup soğuk suyla yüzünü yıkamak, akşama birkaç kişiyle görüşüp saçmalamak, "peki sonra?" sorusunu artık duymayacak hale gelene kadar içmek ve uyumak istiyordu sadece. kadına baktı, elindeki tabancayla çok tuhaf görünüyordu. ürkütücü ya da üzücü bile değildi. tabancayı kadının elinden alıp yavaşça yere bıraktı ve "kahve içelim mi" dedi, "hem sen de çoraplarını giy artık, üşüyeceksin".

10.2.06

funny how

buradan bakıyorum. oradan bakmamaya çalışıyorum. kontrol dışı olanı kabullenmek. patlamadan önce kaza yerinden ayrılmak. uzun zaman sonra radiohead dinliyorum. kötü bir tesadüf.

"murderers, you’re murderers
we are not the same as you
genie let out of the bottle
funny how, funny how
when the walls bend
with your breathing
they will suck you down
to the other side
to the shadows blue and red
your alarm bells
they should be ringing
this is the gloaming "

8.2.06

take me somewhere nice

söyleyecek söz bulamıyorum. derinleşen boşluk gözlerimi alıyor. kaybettiğin bir eşyayı delice aramak, ararken delirmek gibi. sonra boş verip bırakmak. art arda yakılan sigaraların pisliği.
odaların ve duvarların açık renkleri.

evim. evim. evim.

kendini kaybetmiş bir kadın. uzayıp giden saçları. adımı anışı, bir yabancıdan bahsederken duraksayışı. andırıyor, andırıyor bir şeyler hep başka bir şeyleri andırıyor. sönmeyen sigara. soğuk tükürük. sessiz inilti. çirkin masumiyet. sürekli suçlu gibi. sürekli suçlanır gibi.

try to be bad. try to be bad. try to be bad.

7.2.06

uyuyan adam












"Yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, bir şeylerin yolunda gitmediğini, açık konuşacak olursak, yaşamayı bilmediğini, hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun.

...
Oysa sen, uykusuz geçen saatlerini, var mıyım, neden varım, nereden geliyorum, ben neyim, nereye gidiyorum gibi soruları kendine sorarak geçirenlerden değilsin. Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktı sorusu üzerinde hiçbir zaman ciddi olarak düşünmedin sen. Metafizik kaygılar soylu yüzünün çizgilerini adamakıllı derinleştirmedi. Ama, o ok gibi kararlı çizgiden eser yok, seni her an kendi yaşamın üzerinde, yani onun anlamı, hakikati, gerilimi üzerinde hesap vermeye çağıran o hareketten eser yok. Zengin deneyimlerle, iyi öğrenilmiş derslerle, pırıl pırıl çocukluk anılarıyla, kırlarda yaşanan eşsiz mutluluklarla, açık denizin diriltici rüzgarlarıyla dolu bir geçmiş; yay gibi gergin, sıkı, yoğun bir bugün; yeşermiş, havadar, verimli bir gelecek: Yaşamın. Geçmişin, bugünün, geleceğin birbirine karışıyor; kollarının, bacaklarının ağırlığı, sinsi migrenin, bıkkınlığın, sıcak, neskafenin acılığı ve ılıklığı var sadece. Ve yaşamına bir dekor bulmak gerekirse, ne kadar çaba harcarsan harca, ne kadar kuruntuya kapılırsan kapıl, bu dekor, fetheden insanlığın tombul yanaklı çocuklarının koşup oynadığı o görkemli alan değil -ki bu, genelde, şatafatlı bir göz aldanmasıdır-, oda niyetine oturduğun tavan arasındaki bu sıçan deliği, iki metre doksan iki santim uzunluğunda, bir metre yetmiş üç santim genişliğinde, beş metre kareden birazcık daha büyük olan bu kümes, saatlerdir, günlerdir yerinden kımıldamadığın bu çatı katı olacaktır. Geceleyin boylu boyunca uzanamayacağın kadar kısa, dikkat etmeden rahatça dönemeyeceğin kadar dar bir sedirde oturuyorsun. Ve şu anda, neredeyse büyülenmiş gözlerle, içinde altı adet çorap bulunan pembe plastik bir leğene bakıyorsun."

georges perec

4.2.06

the emptiest of feelings



floresan. klima. vapur. ekmek. kelebek. merhaba. sade. sigara. fotoğraf. telefon. şarkı. radiohead. yorum. grammar. yumoş. wolf. korku. ahmaklık. limewire. sivilce. çay. makas. dağınıklık. klavye. kel. anahtar. sakız. meşgul. defter. blog. neden. saçma. salinger. mahkeme. cortazar. borç. thunder. patrick. gale. onay. onay. red. şüphe. edge. tekrar. bezelye. metro. turuncu. tarama. takvim. sigh. gösteri. union. efendim. ölüm. anne. dorian. willard. elektrik. öykü. ceza. lidell. tırnak. arada. full-flavour. grace. aciz. ucube. strangulation. acıma. efendim. röyksopp. isolation. alkış. idioteque. eşik. boş. kontrol. tekrar. sakız. amie. yangın. dua. kalabalık. kahkaha. imitasyon. cynic. seksek. çakmak. google. radyo. lyrics. peluş. klima. çay. dogville.

3.2.06

it's just a sigh.. just a sigh

wind in the wires
it’s the sigh of wild electricity
i’m on the edge of a cliff
surpassing
comfort and security

but here comes a gale
a crippling anger
sea birds are blown
into the rocks
grace is lost to thunder

thunder
pressure
getting
lower

2.2.06

güzel!

".. Belki de aramızdaki kopukluk o gece başladı. Yoksa perdeyi kapamak istediği gece mi? Belki daha önce. Ona T. Capote'nin o küçük hikayesini verdiğim gün. Okurken nasıl mutluydum! Bu büyük zevki ona ben tattırıyorum diye.. '- Nasıldı hikaye?'. '-Güzel! Üzümleri getireyim mi? Soğudular mı acaba?'. İçimde bir şeyler yıkıldı. İşte buydu."
aylak adam'dan.

1.2.06

kapıda beklerken

"Her şeyin bu kadar sıradan olması ne güzel", dedi. "Gökyüzüne baktığımda sadece gökyüzünü düşünmek ve hatta ondan başka hiçbir şey düşünememek.. Şimdi akşam oluyor, hava kararıyor, basbayağı gün bitiyor. Göğsümde sıkışma yok, gitmek veya olmak istediğim hiçbir yer yok, deliler gibi kendimi yollara atmak, ilk gelen arabanın önüne atlayıp bir anda yok olmak falan da istemiyorum üstelik. Sonsuza kadar burada oturup ne olacağını hiç merak etmeden bekleyebilirim. Hatta adı beklemek de olmaz bu yüzden, durabilirim. Uzun uzun, çok uzun durabilirim."
onay odası'ndan.