31.1.07
62
fotoğraf makinesiyle konuşurken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişim. evdeki bütün muslukları açık bıraktığım için evi su basmış. bir sürü insan kapımda toplanmış, hepsi atla atla diye bağırıyor. insanların nasihat verme potansiyelini şaşkınlıkla izliyorum diyorum ona. o susuyor. bana bakıyor. bakmıyor, beni izliyor. küçük siyah böcekler gibi üzerimde geziniyor gözleri. bu gözleri nerde görsem tanırım. boş odada karşılıklı oturuyoruz. sesimiz yankılanıyor. gölgelerimiz mum ışığında uzuyor. biraz sessizlik ve sonra yine ne yapmam gerektiğini söylüyor bana. o böyle her konuşmaya başladığında ağzına giren tavşanları sayıyorum. onu bu tavşanlarla boğmak istiyorum. oysa muslukları sonuna kadar açabilir ve onu burdan rahatlıkla kovabilirim. yapamıyorum. söyledikleri kafamın içinde tekrarlanıyor. cümleler üst üste biniyor, biri bitmeden öbürü başlıyor. sıkılıp fotoğraf makinesinin içine saklanmak istiyorum. ama beni yalnız bırakmıyorlar, her yerde peşimdeler. oysa basit bir deklanşör kablosu olmak istiyorum. işlevsel ve basit. katlanabilir bir sandalye de olabilirim ya da hiç bitmeyen bir saat pili.
tavşanların bir bildiği var diye bir şey geçiyor içimden. tavşanların bir bildiği var.
tavşanların bir bildiği var diye bir şey geçiyor içimden. tavşanların bir bildiği var.